27 Mart 2009

Deliyim, Delisin, Deli...

27 Mart 2009

Y: Lan sabah kaçta kalkarım demiştim ki ben? Saati kurayım unutmadan.
X: 10-11 gibi orada olurum dedin, ona göre kalk işte.
Y: Hmm… Peki.
X: Dolabın kapağındaki oyuncak ters dönmüş, hayret, normalde gidip düzeltirdin hemen.
Y: Yok ben test çözdüm bugün, takıntılı değilmişim, nasıl duruyorsa dursun, bana ne canım.
X: Geç oldu, yatsana artık.
Y: Ay aynı annem gibi oldun valla. Sana ne ya. İstediğim saatte yatarım!
X: Uykum geldi benim.
Y: Uyu o zaman. Bana neden baskı yapıyorsun ki?
X: Sen uyumadan uyuyamam.
Y: Nedenmiş o? Gören de seni çok düşünceli biri sanacak. Ayrıca biraz yavaş konuş lütfen, yazamıyorum.
X: ????
Y: Ya bu arada, sabah kaçta kalkarım demiştim ben?
X: Kızım sen delirdin iyice.
Y: Kim??? Ben mi???
X: Salak, ben senin iç sesinim. Başka kimle konuşuyor olabilirim ki?
Y: O da doğru. Ama gayet iyiyim, merak etme.
X: Bana hiç öyle görünmüyorsun ama. Düşünce bozukluğu başladı mesela sende. Dikkat toplamada da sorunların var.
Y: Vikipedi’den kopya çekiyorsun galiba?
X: İstediğim yerden kopya çekerim. Doğru değil mi bunlar, ona cevap ver sen.
Y: Senin yüzünden. Eğer beynimin içinde konuşup durmaya devam etmezsen gayet güzel toparlayacağım dikkatimi.
X: Suç bende yani?
Y: Evet.
X: Peki duygularındaki değişikliklere ne diyorsun? Ortada bir neden yokken bir anda üzülüp, sonra tekrar bir anda çok coşkulu olabiliyorsun.
Y: Ya kardeşim, ben ikizler burcuyum. Burcumun özelliği o. Dengesizim işte.
X: Ayrıca gerçekdışı inanç ve düşüncelere de sahipsin.
Y: Saçmaladın iyice.
X: Sabahı hatırlatayım o zaman sana.
Y: Beni uyandıran uzaylılardan bahsediyorsan, gerçekdışı değil onlar. Sen tam ayılamadığın için rüya gibi gelmiştir sana. Okula giderken kendiliğimden nasıl o kadar erken kalkıyordum sanıyorsun sen? Bugün de özledikleri için gelmişler. Aslında hatırlattığın iyi oldu. Kolumdaki çiple haber göndereyim de yarın da onlar uyandırsın beni. Sahi, kaçta kalkacaktım ben?
X: ….
Y: Bana öyle bakma.
X: Peki gördüğün halüsinasyonlara ne demeli?
Y: O ne la?
X: Geçen gece odanın duvarında yürüyen iguanalar mesela…
Y: Ay çok sevimlilerdi di mi? Mavi üzerine çingene pembesi puantiyeli olan, eski sevgilime çok benziyordu. Çok duygulandım. Ay bu arada, aramızda kalsın ama sabahki uzaylılardan iyice pörtlek gözlü olan var ya, bana aşıktı bir zamanlar. Hihihihi
X: Neden yüz vermedin peki?
Y: Bir ara düşündüm açıkçası. Ama zavallıcığın duygularıyla oynamayım dedim. Çok düşünceliyim di mi?
X: Kesinlikle.
Y: Ya ne düşünüyorum biliyor musun, şöyle uzuuun bir tatile mi çıksam acaba? Bir sahil kasabası falan.
X: Bence doktora git sen önce.
Y: Neden?
X: Delirdin sen yaa
Y: Ya ne güzel muhabbet ediyorduk, neden tekrar açıyorsun ki bu konuyu? Gayet iyiyim sen merak etme.
X: Senin içinde olan benim. Benden iyi mi bileceksin?
Y: Sahi, ne taraftasın sen?
X: Nasıl yani?
Y: Sağ mı, sol mu?
X: Siyasi görüşümden sana ne canım!
Y: Onu sormadım be. Bana deli diyene bak. Sağımda mı duruyorsun, solumda mı?
X: Ne yapacaksın?
Y: Hiç, merak işte. Ne tarafta olursan ol dinlemeyeceğim nasılsa.
X: Ne halin varsa gör.
Y: Şşşt, sessiz ol.
X: Ne oldu yine?
Y: Kapının önünde.
X: Kim?
Y: Telekom’un ajanı. Geçen gün bilgisayardan yasal olmayan yollardan şarkı indirdim diye taktılar peşime.
X: Offf. Yatalım mı artık?
Y: Anaaaa, saat kaç olmuş! Bu saate kadar neden lafa tutuyorsun ki beni, sanki bilmiyorsun sabah erken kalkacağımı. Düşüncesizsin işte. Bencil!
X: Yat zıbar hadi.
Y: İyi be.
X: İyi geceleeer.
………
………
Y: Şşşşt, uyudun mu?
X: ……..
Y: Şşşşt, kime diyorum, baksana ya.
X: Ne var be?
Y: Benim çip bozulmuş galiba. Sinyal gönderemiyorum. Saati kuracağım da… Kaçta kalkarım demiştim ben???
Reklamlardan Sonrası...

26 Mart 2009

“Arada bir bir yanım kaçsam diyor uzağa…”

26 Mart 2009



Gözünü sevdiğim feysbuk, düşürdü yine aklıma bu şarkıyı. Dedim ki madem depresyondayım, Candan Erçetin tadında yaşayayım bari bu acınası durumu. “Sevdim sevilmedim, seveni sevemedim, canımdan böyle bezdim amaaan” diye mırıldanıyor şimdi içimdeki salak ama yok, bu değil aradığım şarkı. Bilgisayarım / Yerel Disk (D) / müzik klasörüne gidip bütün listeye bakmak var şimdi ama her şarkıda bambaşka bir depresif moda girip unuturum asıl üzülmem gereken şeyi. Sahi, neydi ki o???

Anlamsız intihar planları kuruyorum kafamda. Geçen senelerde yine böyle bir bunalıma girmiştim. O zamanlar meşhur keneciklerimiz vardı. Pikniğe gidecektim aklımca. Şortumu, askılı bluzumu giyip serilecektim çimenlerin üzerine. O küçük, sevimli kenecikler yapışacaklardı her yanıma. Sonra da ver elini kırım kongo. Neden bilmem ama yapmadım. Ya havalar müsait değildi pikniğe gitmeme ya da ben üşendim. Belki de sevgilim o kılıkta pikniğe gitmeme kızar diye yapmamışımdır.

Bir ara da kötü yola düşmeye karar vermiştim. Sırf ailem bunu namus meselesi yapsın da töre cinayetine kurban gideyim diye. Ama bizimkiler çoktan unutmuş töreyi falan. Gerçi bizim oralarda töre cinayeti de duymadım ben hiç.
Şimdi bambaşka yöntemler düşünüyorum. Aşırı dozda patlamış mısır mesela. Son zamanlardaki tek besin maddem. Bir söz vardı “İnsan aç kalınca önce ideallerini yemeye başlar” diye. Hangi büyük insan söyledi bilmiyorum ama bende yiyecek ideal kalmadı ve o kadar çok acıktım ki patlamış mısırla doyuruyorum karnımı. O patladıkça ben de patlıyorum, ben patladıkça onu patlatıyorum.

Çocukken patlamış mısır yemek ne kadar eğlenceliydi oysa. Hepsini tek tek incelemek, bir şeylere benzettikten sonra büyük bir mutlulukla mideye indirmek… Belki de işkence gibiydi. Elini içine daldırmadan, küçük parmak hareketleriyle bir bir seçip yemek. Tadı olmaz aslında.
O zaman her şeyde tat vardı galiba. Mısırı öyle oyunlarla yemekti önemli olan. Şimdi hiçbir şeyde tat yok, arayı böyle kapatmaya çalışıyorum.

Hep bir şeyleri bir şeylere benzetmeye çalışırken, kendimi unutmuşum. Bu yaşa gelmişim, hala benzememişim bir şeye. Ortada salak salak dolanan, hiçbir işe yaramayan bir yaratık olur çıkıvermişim sonunda.

Sorun kimdeydi bilmiyorum. Küçükken yaptıklarıma, yazdıklarıma falan bakıp “bu kız ileride çok iyi yerlere gelecek” diyen yakınlarımda mı, okuma yazma öğrendiğim günden itibaren yazdıklarımı çok beğenip “sen kesin köşe yazarı falan olursun” diyerek gazetecilik fikrini aklıma sokan ilkokul öğretmenim ve beni bu yönde destekleyen tüm öğretmenlerimde mi yoksa “devlete bağlı çalış, edebiyat öğretmeni ol, garanti olsun” diyerek beynimi yiyen ve beni devletten iyice soğutan ailemde mi?

Adam olasım yoktu belki de benim. Ama hep inandırdılar. İyi yerlere geleceğime, iyi bir işim olacağına, yazarak para kazanabileceğime inandırdılar beni. Şimdi onları mı hayal kırıklığına uğrattım yoksa kendimi mi?
Suç bendeydi aslında… O kadar inanmıştım ki bunlara, olmayacağı, olamayacağı ihtimalini bile düşünmemiştim. ( Bu arada, evet, köşe yazarı oldum. Odamda yatağımın köşesine oturmuş bir şekilde yazıyorum bunları.)

Yine tek tek yemeye başladım patlamış mısırlarımı. Bambaşka dünyalar, bambaşka masallar var her birinde. “Dua eden adam”ı yedi az önce.

Ben bir şey dilemekten de korkar oldum artık. Kendim için de, başkaları için de.
Evet, öldürmeliyim kendimi, Bedenimi değil, içimdekini... Tüm hayallerimi, tüm dileklerimi söküp atmalıyım ki yerinden, en küçük şeye bile razı olabilmeliyim.
”Dileklerimi keserek” intihar etmeliyim ben…

“Kumarda tüm mal varlığını kaybetmiş adamım yüzü” temalı son patlamış mısırımı da yedim az önce. Boşver adam, ne kadar kaybedersen kaybet, kaybedeceklerin tükenmiyor…
Reklamlardan Sonrası...
 
...YeniYetme... © 2008. Design by Pocket