26 Mart 2009

“Arada bir bir yanım kaçsam diyor uzağa…”

26 Mart 2009



Gözünü sevdiğim feysbuk, düşürdü yine aklıma bu şarkıyı. Dedim ki madem depresyondayım, Candan Erçetin tadında yaşayayım bari bu acınası durumu. “Sevdim sevilmedim, seveni sevemedim, canımdan böyle bezdim amaaan” diye mırıldanıyor şimdi içimdeki salak ama yok, bu değil aradığım şarkı. Bilgisayarım / Yerel Disk (D) / müzik klasörüne gidip bütün listeye bakmak var şimdi ama her şarkıda bambaşka bir depresif moda girip unuturum asıl üzülmem gereken şeyi. Sahi, neydi ki o???

Anlamsız intihar planları kuruyorum kafamda. Geçen senelerde yine böyle bir bunalıma girmiştim. O zamanlar meşhur keneciklerimiz vardı. Pikniğe gidecektim aklımca. Şortumu, askılı bluzumu giyip serilecektim çimenlerin üzerine. O küçük, sevimli kenecikler yapışacaklardı her yanıma. Sonra da ver elini kırım kongo. Neden bilmem ama yapmadım. Ya havalar müsait değildi pikniğe gitmeme ya da ben üşendim. Belki de sevgilim o kılıkta pikniğe gitmeme kızar diye yapmamışımdır.

Bir ara da kötü yola düşmeye karar vermiştim. Sırf ailem bunu namus meselesi yapsın da töre cinayetine kurban gideyim diye. Ama bizimkiler çoktan unutmuş töreyi falan. Gerçi bizim oralarda töre cinayeti de duymadım ben hiç.
Şimdi bambaşka yöntemler düşünüyorum. Aşırı dozda patlamış mısır mesela. Son zamanlardaki tek besin maddem. Bir söz vardı “İnsan aç kalınca önce ideallerini yemeye başlar” diye. Hangi büyük insan söyledi bilmiyorum ama bende yiyecek ideal kalmadı ve o kadar çok acıktım ki patlamış mısırla doyuruyorum karnımı. O patladıkça ben de patlıyorum, ben patladıkça onu patlatıyorum.

Çocukken patlamış mısır yemek ne kadar eğlenceliydi oysa. Hepsini tek tek incelemek, bir şeylere benzettikten sonra büyük bir mutlulukla mideye indirmek… Belki de işkence gibiydi. Elini içine daldırmadan, küçük parmak hareketleriyle bir bir seçip yemek. Tadı olmaz aslında.
O zaman her şeyde tat vardı galiba. Mısırı öyle oyunlarla yemekti önemli olan. Şimdi hiçbir şeyde tat yok, arayı böyle kapatmaya çalışıyorum.

Hep bir şeyleri bir şeylere benzetmeye çalışırken, kendimi unutmuşum. Bu yaşa gelmişim, hala benzememişim bir şeye. Ortada salak salak dolanan, hiçbir işe yaramayan bir yaratık olur çıkıvermişim sonunda.

Sorun kimdeydi bilmiyorum. Küçükken yaptıklarıma, yazdıklarıma falan bakıp “bu kız ileride çok iyi yerlere gelecek” diyen yakınlarımda mı, okuma yazma öğrendiğim günden itibaren yazdıklarımı çok beğenip “sen kesin köşe yazarı falan olursun” diyerek gazetecilik fikrini aklıma sokan ilkokul öğretmenim ve beni bu yönde destekleyen tüm öğretmenlerimde mi yoksa “devlete bağlı çalış, edebiyat öğretmeni ol, garanti olsun” diyerek beynimi yiyen ve beni devletten iyice soğutan ailemde mi?

Adam olasım yoktu belki de benim. Ama hep inandırdılar. İyi yerlere geleceğime, iyi bir işim olacağına, yazarak para kazanabileceğime inandırdılar beni. Şimdi onları mı hayal kırıklığına uğrattım yoksa kendimi mi?
Suç bendeydi aslında… O kadar inanmıştım ki bunlara, olmayacağı, olamayacağı ihtimalini bile düşünmemiştim. ( Bu arada, evet, köşe yazarı oldum. Odamda yatağımın köşesine oturmuş bir şekilde yazıyorum bunları.)

Yine tek tek yemeye başladım patlamış mısırlarımı. Bambaşka dünyalar, bambaşka masallar var her birinde. “Dua eden adam”ı yedi az önce.

Ben bir şey dilemekten de korkar oldum artık. Kendim için de, başkaları için de.
Evet, öldürmeliyim kendimi, Bedenimi değil, içimdekini... Tüm hayallerimi, tüm dileklerimi söküp atmalıyım ki yerinden, en küçük şeye bile razı olabilmeliyim.
”Dileklerimi keserek” intihar etmeliyim ben…

“Kumarda tüm mal varlığını kaybetmiş adamım yüzü” temalı son patlamış mısırımı da yedim az önce. Boşver adam, ne kadar kaybedersen kaybet, kaybedeceklerin tükenmiyor…

0 kişi fikir şeyetmiş:

 
...YeniYetme... © 2008. Design by Pocket