7 Ocak 2010

Ey AŞK! Var mısın ki sen?

7 Ocak 2010

Depresyona giresim geldi valla. Dün akşam güya Güz Sancısı'nı seyredecektim. Sonra da ders çalışacaktım hatta. Malum, finallerle uğraşıyorum ya. Ama ben sadece Ali Kırca'nın yüzünü gördüğümü hatırlıyorum hayal meyal. Daha haberlerin magazin kısmına bile geçmeden uyumuşum ya. Bir ara uyandım, baktım saat 10 olmuş, film de bitmiştir diyerek tekrar kapattım gözlerimi. Bu kadar erken uyuyunca da sabahın 5inde uyanmamı çok normal karşılıyor, hatta geç bile kalktığımı düşünüyorum.


Ben bu 2010'dan bir şey anlamadım ya. gerçi daha yeni başladı ama olsun, anlamadım işte. 28 oldum zaten. Profilimde de değiştirdim yaşımı, daha bi acıdı içim.


Yıllar ne çabuk geçiyor geyiğine giresim var bu akşam. Cidden öyle ama ya... Ben daha ne olduğunu anlamadan püfff diye geçip gitmiş her şey. "Geçmez" dediğim onca şey bile. "Geçmez" derken, sadece yaşanan kötü şeyler değil, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen güzellikler de var tabi. E, her insan gibi iyiyi de kötüyü de yaşadık hamdolsun :)


Ben bu aralar kendimi çok fazla sorgulamaya başladım. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü mü çözemedim daha. İçimden bir his çözdüğümde çok geç olacağını söylüyor ama neyse artık :)


Çevremdeki insanların çoğu (beni iyi tanımayanlar diyelim, iyi tanıyanlar epey gülüyor bu duruma) beni "aşk kadını" olarak tanımlardı genelde. Oysa alakası yok walla. Bildiğin bir öküzüm ben. Romantizmden falan anlamam, hoşlanmam da. Öyle çiçekli böcüklü aşklar yaşamadım hiçbir zaman. "Aşk" denilebilecek bir şey yaşadım mı o da ayrı bir muamma tabi. Ortaokulda bile günlüğüne "kalbimde biri var" yerine "beynimde biri var" diyen bir malın büyüyünce ortaya farklı bir davranış koyması da beklenemezdi zaten. Bekleyen varsa hata etmiş.


"Aşk"ın tanımına göre değişiyor tabi bu düşünce. Benim tanımıma (bu tanıma girmek istemiyorum) göre aşk saçma sapan bir şey (yalnız olunca) (yalnız derken, tek taraflı değil, sadece aşk olunca) ve yaşansa da olur yaşanmasa da. Ama şimdi şöyle bir sorun var ortada. Ben önceden inanırdım buna, birilerinin aşık olacağına, bu aşkın yıllarca süreceğine, sürebileceğine vs. Tamam, saçma gelirdi biraz ama inanırdım yine de. Şimdi inanamıyorum ya. Biri kalkıp senin için öldürüyorum kendimi dese "başka bi sorunu vardır, beni bahane ediyor işte" diyeceğim, o derece yani. "Aşk"la "sevgi"yi karıştırmıyorum ama. Kendi içimde en azından. Arada olur bana da, böyle içimde kelebekler uçuşur falan ama en fazla bir iki gün sürer. Öyle körü körüne, sırılsıklam aşık olmam ben. Bir kere oldum gerçi ama o da sırf ben aşık olmak istediğim içindi. O da saçma sapan bir şeydi zaten, hiç girmeyeyim o konuya :)


Neyse işte ya, öyle saçma sapan bi durumdayım. Sağolsun Şarap'la konuşunca girdim bu ruh haline.


Şarap'la tanışıklığımız yaklaşık 10 yıl öncesine dayanıyor. Az zaman da değil ya. Çocukluğumuzu biliyoruz birbirimizin :) Sürekli gittiğimiz bir cafede tanışmıştık. Çok kısa bir sürede bizden biri oldu zaten. Biz çalışkan öğrenciler olarak sabah 8'deki derse gitmek için okulda buluşurduk ama derse girmeye üşenip cafeye giderdik. Şarap da gelirdi sabahın köründe. Akşama kadar cümbür cemaat takılırdık. Akşam herkes dağılırdı yuvasına, ertesi gün yine aynı. Ne yalan söyleyeyim çok eğleniyorduk walla. Ne güzel çocuklardık biz :)


Neyse işte, o dönemlerde bir kıza aşık olmuştu Şarap. Peşinde koşma dönemi, kızın yüz vermemesi falan derken sonunda ufacık bi kıskançlık krizi sonrasında başladı ilişki :) O dönemlerde bizim çok monoton bir hayatımız olduğu için (bir de iletişim okumanın etkisiyle diyelim) bu magazinsel gündemi çok yakından takip ediyoruz tabi ki.  Herkes gelişmeleri merakla beklerken, bir ay bile dolmadan "flaş bir gelişmeyle" ilişkinin bittiğini öğrendik. Saçma sapan bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyordu yanlış hatırlamıyorsam. Başlarda "hemen unutur, kısa sürdü nasılsa" diye düşündük ama bir baktık Şarap daha da derinlere dalıyor. "Onu düşünüyorum" diyor, başka bir şey demiyor. Biz de onunla birlikte üzüldük, gözlerimiz doldu yeri geldiğinde ama  "unutur nasılsa" dedik ve aynen devam ettik hayatımıza. 


Birkaç ay sonra yavaş yavaş dağılmaya başladı bizim ortam da. Herkes kendi derdine düştü, kendiyle uğraşmaya başladı. Öylece bırakıp gittik birbirimizi.


Yaklaşık 4 sene hiç haber almadık birbirimizden. O arada ben okulu bırakıp Ankara'ya yerleştim, bambaşka bir hayat kurdum kendime. Bir gün telefonum çaldı, bir baktım Şarap, uzun uzun konuştuk eski günleri. Askere gidecekmiş, gitmeden önce görüşelim dedi. Atladı geldi Ankara'ya. (O gün için hala özür diliyorum kendisinden. Uyuyakaldığım için yaklaşık 5 saat beni beklemişti :) ) Oturduk, saatlerce konuştuk. Bu 4 sene içinde neler yaptık, neler yaşadık... Ben ona anlattım hayatımdaki değişiklikleri. Sıra ona gelince "ben hala ona aşığım" dedi... Şaşırdım. 4 sene... Arada görüşmüşler yine, hatta bir süre tekrar denemeye kalkmışlar ama yine olmamış. "Aşığım" diyordu. Üzüldüm onu böyle görünce. "Sendeki aşk değil, bir şey yaşayamadığınız için saplantı yaptın onu, tutku oldu artık senin için" dedim ama yok, aynı şeyleri söylüyordu hala.


Sonra askere gitti Şarap. Bir süre görüştük telefonda ama sonra ben telefonumu çaldırdım, hazır çalınmışken numaram da değişti, numarası gitti falan. Yine koptuk yani. Ama şu facebook'u ki icat ettiyse ellerinden öpüyorum, sayesinden seneler sonra tekrar bulduk birbirimizi. Yaklaşık 2 ay süren bir "ne zaman buluşuyoruz, nerde görüşelim" falan muhabbetlerinden sonra dün nihayet görüşebildik. Yine eskiler anıldı, yine güldük, yine eğlendik. Ve o yine "ben hala ona aşığım" dedi. Ara sıra görüşmüşler yine, bağları kopmamış tam olarak ama bir şey yaşamamışlar, arkadaş gibilermiş sadece. Tam başlayacaktım "seninki aşk değil, saplantı oldu" falan muhabbetlerine, yüzüme baktı ve "bana saplantı, tutku falan deme yine, öyle olsa geçmez miydi 9 senedir?" dedi. "Bilmiyorum" dedim. Sonunda dayanamayıp başladım söylenmeye, ben birinin bu kadar uzun bir süre, hem de böyle bir şekilde, birini sevebileceğine inanmıyorum, senin bu söylediklerin bana hiç inandırıcı gelmiyor diye. Hatta biraz sert de konuştum sanırım. Bana "seni inandırmam gerekmiyor, ama durum bu, hala seviyorum, ve şimdi bana gelse, mutlu olması için her şeyi bırakıp bambaşka bir yere gitmesi gerekiyorsa bile hiç düşünmeden her şeyi silip giderim onunla" dedi ve ekledi bir süre sonra "yanlış anlama, kötü bir amaçla söylemiyorum ama  sen çok değişmişsin. Benim tanıdığım Yeniyetme böyle değildi, inanırdı, inanarak dinlerdi en azından, gözleri parlardı konuşurken...Neden böyle oldun sen? Büyüdün galiba..."  


İşte bu son cümleler çok dokundu bana. Evet değiştim, büyüdüm, o cafede deli gibi şarkı söyleyen, renkli tokalar takan Yeniyetme değilim, çok iyi biliyorum bunu. Ama bu değişim iyi mi oldu kötü mü onu bilemiyorum. Evet, önceden inanırdım ben aşka, sırılsıklam aşka diyelim. Her ne kadar yaşamasam da, bana saçma gelse de inanırdım. Şimdi imkansız geliyor böyle bir şey. Bunca yıllık arkadaşımın duygularına bile inanmadığımı fark edince ne kadar vahim bir durumda olduğumu anladım. İnanmam gerekiyor mu, inansam hayatımda ne değişir bilmiyorum... Ama var mıdır böyle şeyler ya? Bir insan, bu kadar uzun bir süre, -hiçbir şey yaşanmadan hatta yüzünü bile neredeyse seneden seneye görerek- sevebilir mi birini ya?Türk filmlerinde oluyordu sadece bunlar, ben de gülüp geçiyordum ne güzel :) 


Öyle işte, sersem gibi oldum walla. Ya ben aşık olmadan bu kadar düşünüyorum bu "aşk" denen şeyi, bir de olsam nasıl olurum kimbilir :) Tekrar belirtmek istiyorum sevgili blog, malum nişanlıyım ben, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermeyelim :) Benim "aşk" tanımımdan bahsediyorum ben ve "aşk"la "sevgi"yi birbirine karıştırmıyorum :) Benim şahsi fikrim budur, sen ne dersin bilemem artık :)







0 kişi fikir şeyetmiş:

 
...YeniYetme... © 2008. Design by Pocket